30 Ocak 2011 Pazar

AKP’NİN ÜÇ YILI

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarda üç yılı doldurdu. Parti, kendisine kısaca AK PARTİ denilmesini tercih ediyor. Bana sorarsanız nedeni, eski partilerinin meşhur “AK GÜNLER GELECEK, DERTLER sona erecek” söylemini çağrıştırması. Böylece eski seçmenlerine yeni partiniz benim, diyor. Demokrat Parti ile onun devamı ve türevi olan sağ partiler yıllarca seçmenlerin dini duyguları ile oynamayı çok sevdi. Demirel kürsülerde Kur’an ve Bayrak öpmeyi seçim taktiği olarak kullanmayı sürdürdü. Kuran Kursları ve İmam Hatip okullarının yayılması da oy almak için kullanılan politikalar olarak benimsendi. İmam Hatip Liselerinin yenilerini açamadıkları yıllarda, şubelerini açtılar. Örneğin, Konya İmam Hatip Lisesinin 1500 öğrencisi varsa, Konya İmam Hatip Lisesi Meram Şubesi olarak açılan okulun 2000 öğrencisi vardı. Sonunda dini söylemlere ağırlık veren ve kapatılan Refah Partisinden ayrılan politikacıların kurduğu AKP dini bir politik araç olarak kullanan ve aslında dinci olmayan sağ partilere “ Dur hemşerim, aslı varken taklide gerek yok “ diyerek siyasi arenada çoğunluğu ve iktidarı ele geçirdi. Artık ne DYP, ne ANAP ve de MHP’ nin dini duyguları okşayarak oy almaları mümkün değildir. Besledikleri kargalar gözlerini oymuştur, pek de güzel olmuştur.
Artık siyaset sahnesinde sağdaki ana parti AKP'dir. Diğerleri birleşip tek parti çatısı altında toplanırlarsa, ancak bu partiye küsenlerin oylarını alabilirler, bu da onları hiçbir zaman iktidara taşıyacak sayıda temsilci çıkarmaya yetmeyecektir. Olsa olsa, zorunlu bir koalisyonda küçük ortak olabilirler.
Gelelim Adalet ve Kalkınma partisinin üç yıllık performansına. Avrupa Birliği yolunda Kopenhag Kriterlerine uygun yasal değişikliklerin yapılabilmesi ve tarama sürecinin başlaması başarı hanesine yazılmıştır. Ancak bu başarıda parlamentodaki çoğunluk olmasının kolaylaştırıcılığı ve CHP nin olumlu katkılarının payı göz ardı edilmemelidir. Sıkı para ve maliye politikaları uygulamasıyla enflasyonun tek haneli rakamlara inmesini de başarıları arasında saymak gerekir. Ancak bu başarıda da seçim öncesi koalisyonun, özellikle bankacılık başta olmak üzere yaptıkları yapısal düzenlemeler, Merkez Bankasının özerkleştirilmesi ve Dünya Bankası ile IMF nin uygulanmasını zorunlu gösterdiği tedbirlerin payı oldukça büyüktür. Bu katkıların başarıyı küçültmeyeceğini de peşinen kabul etmek vicdan borcudur.
Özelleştirmelerdeki ulaşılan rakamlar da başarılar hanesinde sayılmalıdır. Ancak bu konuda bir kısım ekonomistler, petrol ofisi ve Telekom gibi ulusal sayılacak kuruluşların özelleştirilmesini tasvip etmiyorlar. Evin nafakasını kumarda harcadıktan sonra, evdeki halıyı, dolabı satan kumarbazlar gibi sonunda satılacak bir şey kalmadığında bütçe açıklarının nasıl kapatılacağının sorun olacağını söylüyorlar. Bu yıl 43 Milyar dolara ulaşan cari açık da eksiler hanesine yazılıyor ve endiler konusu oluyor.
Kadrolaşma harekâtı olanca hızıyla sürüyor. Zabıta memuru alacak olan bir belediyenin adayların İmam Hatip Lisesi mezunu olması şartı çok keskin bir örnek. Etkin olamadıkları üniversite rektörlerine karşı baskılar da zulüm boyutlarına ulaşmakta. İki, gün önce İstanbul B.şehir Belediyesinde insan hakları konusunda personelin bilgilendirilmesi amacıyla düzenlenen eğitim toplantısında ders veren ( ! ) kara çarşaflı avukat hanım herhalde çok kişinin gözünden kaçmış olabilir, ancak bir televizyon haberleriyle bu değişime uğrayıp gelişmiş AKP ‘nin görüntüsü Avrupa’ya kadar ulaştı. Başbakanın değişip değişmediği AB çevrelerinde konuşulur oldu.
Kadrolaşmada bilgisiz ve yetersiz bürokratların atanması, karar ve uygulama mevkilerinde bulunan ehliyetsiz ve yetersiz yöneticilerin de zamanı ve mali kaynakları sorumsuzca kullanması, zaten kıt olan kaynaklarımızın israfına yol açıyor. Ekonomide ihracata dayalı üretim artışının sonuna gelinmiş gibi görünüyor. İşsizlik azalmadı, emekçisi, esnafı, çiftçisi yaşamlarında iyiye gidiş değil, kötüye gidiş olduğunu söylemekteler. Tabii bakan düzeyinde kimi yöneticiliklerin yetersizlikleri kaprisleri ile birleşince, hızlı tren faciası gibi çok elim sonuçlara ve gümrüklerdeki rezaletler gibi skandallara da yol açıyor. Kimi zaman da hırsı yeteneğinden çok büyük olanlar, Futbol Federasyonu Başkanı seçimlerinde olduğu gibi golü kendi kalesine atıyor, ancak bu goller alkış almıyor, yalnızca dudaklarda alaycı gülümsemeler yaratmaktan ve olmayan itibarları tamamen silmekten öteye etki yaratamıyor.
Şimdilik özetle bardağın yarısı dolu, yarısı boş. Ancak AKP’ nin rakibi olabilecek güçte ne bir parti ne de bir hareket mevcut değil. Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça siyasi arenada da hareketlenme artacak, ancak şimdilik kendisi hariç, hiçbir gücün R.T.Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını önleyemeyecek olduğu da kesin bir gerçek.
Rahmetli İsmet İnönü’nün dediği gibi “bekleyecek ve göreceğiz.”

25 Ocak 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder