6 Mart 2012 Salı

ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR?
İlhan ULUKÖSE
Hükümet tam bir aymazlık içinde bir yandan seçmenine selam verecek uygulamalar peşinde,öte yandan da ülkenin aydınlık güçleri olan Üniversite,Ordu ve basını etkisizleştirmek için yoğun çabalar içinde iken Güneydoğuda ayaklanma olarak tanımlandırılabilecek şiddet ve talan olayları başladı.Ne yazık ki, ne AKP hükümetinde ne de partinin kendisinde, artık göze batmak bir yana, gözümüzü oyacak kadar elim boyutlara ulaşan tehlikeli gidişatı öneyebilecek politikalar üretebilecek kadrolar mevcut değildir. İş yine onların iktidarlarına rakip olarak gördükleri asker ya da sivil aydınlarıyla, AB ve ABD çıkarlarını savunmayı bir vatanseverlik gibi gösterme üçkağıtçılığı yapan bir bölümü hariç basınımızın yurtsever kalemlerine kalmıştır.
Kendilerinin o bölgede yaşayan halkın geçek temsilcisi olduklarını iddia eden ayrılıkçı terör örgütü ve yandaşları da büyük bir tarihi hata içerisindedirler.Varsayalım ki dünyadaki siyasal ve askeri koşullar da onların çıkarları doğrultusunda gelişti,uygulanan şiddet ve terörle desteklenen politikalar sonuç verdi ve bölgede ayrılıkçı bir devlet kuruldu.Bölge genelinde iklim ve arazi koşulları orada yaşayacak insanları insan gibi yaşatacak gelir kaynaklarından yoksundur.Ekonomi olmayınca, ne sanayi ne de ticaret oluşmayacaktır.Türkiye Cumhuriyetinin Doğu ve Güneydoğuya harcadığı kaynaklar bölgenin ulusal gelire katkılarından kat kat fazladır.Sanayisiz,tarımsız,ticaret ve turizm kaynak ve gelirleri olmaksızın kuracakları sözde devlet(!) ayakta duramayacaktır. O zaman da büyük dış güçlerin kucağına oturmaktan başka çareleri olmayacaktır.Bin yıldır bir arada yaşadıkları büyük ve asil ulustan ayrılmaları, bir anlamda artist olmak için evden kaçıp randevuevine düşen aptal ve zavallı kız olmaları demek olacaktır.Orada bile patron yaşlanan yani onun çıkarına elvermeyen kadını bir tekme ile kapının önüne koyuvermektedir.Bu senaryo da hesaba katılmalıdır.Sömürü bitince emperyalizmin dostluğu da biter.Kurt derisinden post, emperyalistlerden de dost olmaz.Onların dostlukları değil, çıkarları vardır. Ayrıca, bunun için her iki taraftan dökülecek kanların faturasının da da büyük ölçüde kendilerine çıkacağını hesaplamaları gerekir.Daha daha, ülkenin her bölgesinde kendine bir yaşam tarzı kurabilmiş kürt asıllı insanlarımızı ne yapacağız? Asıllarına dönmek için bölgeye dönerlerse işleri ve aşları olmayacaktır.Dönmezlerse, oturdukları bölge insanları ile arasına kan davası girmiş olacağı için ikinci sınıf vatandaş bile olamayacaklardır.
Şimdi herkesin başını elleri arasına alıp uzun uzun düşünme zamanıdır. En çok düşünüp kendi insanlarının yabancı çıkarları uğruna tuzağa düşmesini engelleyecek çaba ve örgütlenmeler içinde olması gereken kişiler , bu bölge orijinli aydınlardır.Ayrıca en zayıf zamanında üstüne çullanan zamanının devleri ile başa çıkmayı bilmiş olan ve vatan söz konusu olunca gerçekten eşşsiz olan ÇILGIN TÜRKLER bu senaryolarda hep başrollerde olacaktır.
Bence çanlar en çok kürt asıllı yurtdaşlarımız için çalmaktadır.Ya bu ülke ve devlet ile birlikte yükselecek ve yücelecekler ya da tarihin çöplüklerinde çürüyüp gideceklerdir.Bu konuya kafa yoran herkesin bilmesi gereken en önemli gerçek budur.

( 3 Nisan 2006 )

OY TRABZON TRABZON

OY TRABZON TRABZON
(10Şubat 2006 )


Karadeniz türkülerinden biri böyle başlar, “Oy Trabzon Trabzon, içi kalaylı kazan”.Ancak son olaylar gösterdi ki, kazan hiç de kalaylı değil. Aksine kazan paslı, kirli, çamurlu.
Peki, Karadenizin incisi bu güzelim kente nazar mı değdi? Trabzona ne oldu, burada neler oluyor, niye oluyor?
Önce bir Üniversite öğretim görevlisi aracında seyir halinde kurşunlanıp öldürüldü. Bildiri okumak isteyen bir gurup TAYAD’lı linç edilmekten son anda kurtarıldı. Daha sonra Trabzon’un ve Mili Takımın gözde oyuncuları Fatih Tekke ve Gökdenizin araçları ve eşlerinin işyerleri kurşunlandı. Bunlar basına intikal edenler yalnızca. Kimbilir duyulup bilinmeyeni de
ne kadar çoktur. Son olarak da bir din adamı olan İtalyan bir rahip kilisede vurularak öldürüldü. Olayın faili olarak yakalanan ve suçunu itiraf eden 16 yaşındaki bir genç dinci bir örgütün teşviki ile rahibi vurduğunu ifade etti.
Trabzon’daki gelişmeler Sarp Hudut Kapısının açılmasından sonra başladı. Eski Sovyetler birliğinin dağılan çeşitli ülkelerinden gelen yabancılar, burada Rus Pazarı denilen yerlerde tezgâh açarak sattıkları mallardan kazandıkları paralarla ülkelerinde satacak ürünler alıp ticarete başladılar. Zamanla bu ticarete bu ülkelerin kadınlarının pazarlanması da eklendi. Başka bir deyişle Karadeniz’den başlayan, Trabzon’da merkezleşen Nataşa Turizmi Akdenize kadar ulaştı.
Nataşalara para yetiştiremeyen çok kişilerin işyerleri kapandı, aileler dağıldı, yuvalar yıkıldı. Bu kadınların kaldıkları ve icrayı faaliyet ettikleri oteller fahiş paralar kazanmaya başlayınca, bu otellerden haraç alan kişiler ve çeteler ortaya çıktı. Tabii arkasından bu gibi yerlerde çok kullanılan uyuşturucu ticareti de oluştu. Zaten silah taşımanın mendil taşımaktan daha yaygın olduğu Trabzon’da birçok ölüm yaralama olayları meydana geldi.
Bütün bu olaylar ve asayişi olumsuz etkileyen gelişmeler karşısında idarenin başı olan Trabzon Valisi ve emniyet güçleri yetersiz kaldı. AKP milletvekilleri son olaydan 4 gün önce İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’yu uyarmışlar.”Trabzon Kurtlar Vadisine döndü.” demişler. Trabzon’un misyonerlik faaliyetlerinden rahatsız olduğunu, kapkaç ve şantaj çetelerinin Çömlekçi gibi bazı mahalleleri üs yaptığını belirterek daha büyük olaylar çıkmaması için Trabzon’a yönelik özel güvenlik önlemleri alınmasını istemişler.
Sabah Gazetesinden Erdal Şafak, “Trabzon’da işsizlik Diyarbakırı bile geçmiş. İşsiz ve barut fıçısından farksız en az 25 bin genç kent merkezindeki 4 caddede saatler boyu tur atıp duruyor. 18 yaş ve üstü erkeklerin yüzde doksanı silahlı “diye yazıyordu iki gün önce.
Eski bir idareci olarak anlamakta zorluk çekiyorum. Trabzonda asayişin resmini gazeteci çekiyor, politikacı okuyor. Trabzon Valisi sanki 23 Nisan Valisi, hani çocukları bayramda temsili makam koltuklarına oturturlar ya, onun gibi. Valinin kendisi ile röportaj yapan bir gazeteciye söylediklerini aynen aktarıyorum. Vali, olayları bildiğiniz halde kapattığınız söyleniyor, bu konuda ne diyorsunuz, sorusuna “ Asla bilmiyordum. Devletin Valisi iş kapatır mı? İftiraya uğradım. Zaten bu işler kapansın, bana bu iftiraları atanlarla mahkemede hesaplaşıp, yüklü tazminat alıp o parayı rahat rahat harcayacağım. Tazminatımı alayım, bakanı arayacağım. Ben artık burada çalışmam, beni Trabzon’dan alın diyeceğim.”
Beyefendi sanki çalışıyordu da, artık burada çalışmam, diyecekmiş. Valinin durumunu internet haber sitelerinden birine gönderilen bir bilgi açığa kavuşturdu. Bilgi şöyle:
“TRABZONLUYUM ve halen burada oturmaktayım. Bence, Trabzon’daki can güvenliği sorununda Vali ve Emniyet Müdürü görevlerini yeterince yerine getirmemişlerdir. Vali, AKP’den milletvekili olma sevdasındadır. Etliye sütlüye karışmamaktadır. Derhal görevden alınmalıdır.”
Anlaşılan Vali alacağını sandığı tazminatı seçim harcamalarında kullanacak. Arkasını da AKP ye dayadığını anlıyoruz. Çook beklersin Vali Bey o “yüklü tazminatları”. Sen hele biraz merkeze talim et de, biraz dinlen, malum ya, orada çok çalışıp çok yoruldun.
İlhan ULUKÖSE

1 Şubat 2011 Salı

KANAL 7 MÜLKİYEYİ NASIL YEDİ ?



Televizyon kanalları sabah yayınlarında gazetelerden başlıklar okuyorlar. Bunlardan birinde böyle diyordu: “Kanal 7 Mülkiyeyi nasıl yedi?”.Gündüz işlerim yoğundu. Haberin geçtiği gazeteyi, akşam saatlerinde internette buldum. Akşam Gazetesinin birinci sayfasında bir haber başlığı idi. Haberde, söz konusu televizyon kanalı çalışan ve danışmanlarından yaklaşık on kişinin çeşitli bakanlıklara danışman ve basın müşaviri olarak atandığı belirtilerek, devlet bürokrasisinde 147 yıldır süren mülkiyeli (Siyasal Bilgiler Fakültesi ) geleneği de sarsıldığı bildirilmekteydi.

Haberdeki tutarsızlıkları gazeteciliğe yeni adım atmış biri olarak meslektaşlarıma yakıştıramadım. Mülkiyeliler devlette basın danışmanı ve müşavir olarak görev yapmazlar. Olanları varsa da istisnadır. Mülkiyeli, devlette Kaymakamdır, Validir, Müfettiştir, Hesap Uzmanıdır, Konsolos, Elçi, Büyükelçidir. Bitmedi; Genel Müdürdür, Müsteşardır ve dahi Bakandır.(Son örneği Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’dir.)

Her hükümet gibi Erdoğan hükümeti de kadrolaşmakta, ehliyet ve liyakate bakmadan yandaşlarını köşe başlarına yerleştirmektedir. Demirel’den bu yana hangisi bunu yapmadı ki? Zararını millet çekiyor, o başka konu. Eskiden beri, bazı kimseler kamu görevini küçümser ve her önüne gelenin bu işin altından kalkabileceğini savunurlar. Belki böylesine bir düşünceden, belki de zamanın yöneticilerini taşlamak için, Ziya Paşa şöyle demiş:

“ Asiyab-ı Devleti bir har olsa döndürür.” Günümüz Türkçesi ile anlamı, devlet çarkını bir eşek bile döndürür, demektir. Şair Eşref, cevabını geciktirmemiş: “Döndürmesine döndürür de, anasının örekesine döndürür.”

Akşam Gazetesinin kafiyeli bir başlık atabilmek için yaptığı bu anlamsız yorum, bana bunları düşündürdü. Ne dersiniz, haksız mıyım?





KARAMANIN KOYUNU



Eskiler ne demişlerdi? “Karamanın koyunu, sonra çıkar oyunu.”Vallahi de çıktı, billahi de çıktı. Hem de daha söylediklerinin yazıldığı gazetelerin mürekkebi bile kurumadan. Yani kurudu ise de çok olmadı. Ama bu Karaman, bildiğimiz Karaman yani orta Anadolu halkının deyişi ile Konya Karaman değil. Hoş, Karaman da çoktan İl oldu ya.

Daha fazla kafanızı karıştırmayayım. Bu Karaman, AKP İzmir Milletvekili Fazıl Karaman. Memurlara ek ödeme yapılmasını öngören yasa tasarısının Mecliste görüşülmesine kadar ben de çoğumuz gibi adını duymamıştım. Zat-ı Muhterem o görüşmelerde buyurdular ki,” Biz zeytini bir lokmada yemezdik. Memurlar da öyle yesin.” Emrin olur, sayın milletvekilim, yeter ki senin gerdanının katmerleri eksilmesin, elbiselerin bir beden olsa da küçülmesin. Hatta muhterem göbeğiniz biraz daha büyüsün. Memurlar zeytini iki ısırmada da yerler. Biz emekliler de 4 ısırmada yeriz efendim. Hatta zeytin yemesek de ölmeyiz ya. Komşu hatırına çiğ tavuk yiyen bir milletin evlatlarıyız.
Yalnız ortada anlaşılmayan bir durum var. Zat-ı âlileriniz bir zamanlar Zeytin Kralı olarak tanınan ve Nesim Malki cinayetinin azmettirmekten mahkûm edilen, İş Bankasından aldığı milyonlarca dolarlık kredilerin üstüne yatan Erol Evcil’in mali müşaviri imişsiniz. Hem de yasalara göre başka bir yerden maaş alırken bu görevi yapamazmışsınız ama aynı zamanda tıkır tıkır milletvekili maaşınızı da almışsınız. Zeytinle ilginizin nereden geldiğini anladık da, zeytin tüketimini niye teşvik etmeyip kısıtlıyorsunuz? Zeytin sağlıklı bir besindir, damar sağlığı için yararlıdır. Ömrü uzatır. İzin verin, başka yerden kısalım da zeytinimizi yiyelim.

Ben ne yiyeyim mi diyorsunuz? Vallahi orası bizi ilgilendirmez. Kocaman milletvekilisiniz. Ona göre kıyak maaşınız var. Belki kıyak emekliliğiniz de vardır. Ne yersen ye kardeşim.
(23 Mart 2006)

30 Ocak 2011 Pazar

AKP’NİN ÜÇ YILI

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarda üç yılı doldurdu. Parti, kendisine kısaca AK PARTİ denilmesini tercih ediyor. Bana sorarsanız nedeni, eski partilerinin meşhur “AK GÜNLER GELECEK, DERTLER sona erecek” söylemini çağrıştırması. Böylece eski seçmenlerine yeni partiniz benim, diyor. Demokrat Parti ile onun devamı ve türevi olan sağ partiler yıllarca seçmenlerin dini duyguları ile oynamayı çok sevdi. Demirel kürsülerde Kur’an ve Bayrak öpmeyi seçim taktiği olarak kullanmayı sürdürdü. Kuran Kursları ve İmam Hatip okullarının yayılması da oy almak için kullanılan politikalar olarak benimsendi. İmam Hatip Liselerinin yenilerini açamadıkları yıllarda, şubelerini açtılar. Örneğin, Konya İmam Hatip Lisesinin 1500 öğrencisi varsa, Konya İmam Hatip Lisesi Meram Şubesi olarak açılan okulun 2000 öğrencisi vardı. Sonunda dini söylemlere ağırlık veren ve kapatılan Refah Partisinden ayrılan politikacıların kurduğu AKP dini bir politik araç olarak kullanan ve aslında dinci olmayan sağ partilere “ Dur hemşerim, aslı varken taklide gerek yok “ diyerek siyasi arenada çoğunluğu ve iktidarı ele geçirdi. Artık ne DYP, ne ANAP ve de MHP’ nin dini duyguları okşayarak oy almaları mümkün değildir. Besledikleri kargalar gözlerini oymuştur, pek de güzel olmuştur.
Artık siyaset sahnesinde sağdaki ana parti AKP'dir. Diğerleri birleşip tek parti çatısı altında toplanırlarsa, ancak bu partiye küsenlerin oylarını alabilirler, bu da onları hiçbir zaman iktidara taşıyacak sayıda temsilci çıkarmaya yetmeyecektir. Olsa olsa, zorunlu bir koalisyonda küçük ortak olabilirler.
Gelelim Adalet ve Kalkınma partisinin üç yıllık performansına. Avrupa Birliği yolunda Kopenhag Kriterlerine uygun yasal değişikliklerin yapılabilmesi ve tarama sürecinin başlaması başarı hanesine yazılmıştır. Ancak bu başarıda parlamentodaki çoğunluk olmasının kolaylaştırıcılığı ve CHP nin olumlu katkılarının payı göz ardı edilmemelidir. Sıkı para ve maliye politikaları uygulamasıyla enflasyonun tek haneli rakamlara inmesini de başarıları arasında saymak gerekir. Ancak bu başarıda da seçim öncesi koalisyonun, özellikle bankacılık başta olmak üzere yaptıkları yapısal düzenlemeler, Merkez Bankasının özerkleştirilmesi ve Dünya Bankası ile IMF nin uygulanmasını zorunlu gösterdiği tedbirlerin payı oldukça büyüktür. Bu katkıların başarıyı küçültmeyeceğini de peşinen kabul etmek vicdan borcudur.
Özelleştirmelerdeki ulaşılan rakamlar da başarılar hanesinde sayılmalıdır. Ancak bu konuda bir kısım ekonomistler, petrol ofisi ve Telekom gibi ulusal sayılacak kuruluşların özelleştirilmesini tasvip etmiyorlar. Evin nafakasını kumarda harcadıktan sonra, evdeki halıyı, dolabı satan kumarbazlar gibi sonunda satılacak bir şey kalmadığında bütçe açıklarının nasıl kapatılacağının sorun olacağını söylüyorlar. Bu yıl 43 Milyar dolara ulaşan cari açık da eksiler hanesine yazılıyor ve endiler konusu oluyor.
Kadrolaşma harekâtı olanca hızıyla sürüyor. Zabıta memuru alacak olan bir belediyenin adayların İmam Hatip Lisesi mezunu olması şartı çok keskin bir örnek. Etkin olamadıkları üniversite rektörlerine karşı baskılar da zulüm boyutlarına ulaşmakta. İki, gün önce İstanbul B.şehir Belediyesinde insan hakları konusunda personelin bilgilendirilmesi amacıyla düzenlenen eğitim toplantısında ders veren ( ! ) kara çarşaflı avukat hanım herhalde çok kişinin gözünden kaçmış olabilir, ancak bir televizyon haberleriyle bu değişime uğrayıp gelişmiş AKP ‘nin görüntüsü Avrupa’ya kadar ulaştı. Başbakanın değişip değişmediği AB çevrelerinde konuşulur oldu.
Kadrolaşmada bilgisiz ve yetersiz bürokratların atanması, karar ve uygulama mevkilerinde bulunan ehliyetsiz ve yetersiz yöneticilerin de zamanı ve mali kaynakları sorumsuzca kullanması, zaten kıt olan kaynaklarımızın israfına yol açıyor. Ekonomide ihracata dayalı üretim artışının sonuna gelinmiş gibi görünüyor. İşsizlik azalmadı, emekçisi, esnafı, çiftçisi yaşamlarında iyiye gidiş değil, kötüye gidiş olduğunu söylemekteler. Tabii bakan düzeyinde kimi yöneticiliklerin yetersizlikleri kaprisleri ile birleşince, hızlı tren faciası gibi çok elim sonuçlara ve gümrüklerdeki rezaletler gibi skandallara da yol açıyor. Kimi zaman da hırsı yeteneğinden çok büyük olanlar, Futbol Federasyonu Başkanı seçimlerinde olduğu gibi golü kendi kalesine atıyor, ancak bu goller alkış almıyor, yalnızca dudaklarda alaycı gülümsemeler yaratmaktan ve olmayan itibarları tamamen silmekten öteye etki yaratamıyor.
Şimdilik özetle bardağın yarısı dolu, yarısı boş. Ancak AKP’ nin rakibi olabilecek güçte ne bir parti ne de bir hareket mevcut değil. Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça siyasi arenada da hareketlenme artacak, ancak şimdilik kendisi hariç, hiçbir gücün R.T.Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını önleyemeyecek olduğu da kesin bir gerçek.
Rahmetli İsmet İnönü’nün dediği gibi “bekleyecek ve göreceğiz.”

25 Ocak 2006
ADALET ÜZERİNE BİR ANALİZ DENEMESİ

Sakın Başlığa bakıp da yanlış yargıya varmayalım, değerli okurlar. Adalet, bağımsız ve demokratik bir devlet olmanın olmazsa olmaz ilk koşuludur. Mahkeme salonlarında yargıçların arka duvarında veya panosunda yazlı olan “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR “ sözündeki mülk kelimesi Devlet anlamındadır. Bazı yeni yetme zenginlerin malı mülkü değil. Denememiz alttaki verilerin incelenerek bir karara varmamızı sağlamaya yöneliktir. Başlayalım mı?

A. VERİLER
1. Başbakan Erdoğan Rektör Yücel Aşkın davası ile ilgili olarak YÖK Başkanı ve 77 rektörün yargıyı etkilemek suçu işlediğini söyleyerek suç duyurusunda bulundu.

2. Yeni yılın ilk ayının son günlerinde ajanslardan ulaşan şu haber gazetelerin ilk sayfalarında yer aldı : “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Rektör Aşkın’ın tutuklanması ile ilgili açıklamaları nedeniyle YÖK Başkanı Teziç ve 77 Üniversite Rektörü hakkında yargıyı etkilemek suçundan soruşturma yapabilmek için Milli Eğitim Bakanlığı aracıyla YÖK’ten izin istedi.”

3. Cezaevinden çıktıktan sonra ilk kez YÖK’ü ziyaret eden Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof.Yücel Aşkın, “Erdoğan Teziç’in açıklamaları moral vermeye yönelikti, yargılamaya müdahale değildi” diye konuştu.

4. Vatan Gazetesi Başyazarı Güngör Mengi, 31 Ocak tarihli yazısında,” YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in soruşturma isteği yazısı kendilerine geldiğinde Kurul üyelerinden savcılık istemi doğrultusunda soruşturma izni verilmesini isteyeceğini, soruşturma safhasında da susma hakkını kullanarak söylediklerin in arkasında olduğunu ve adalete güvenlerini vurgulayacağını “ifade etti..

5. T.C. ANAYASASI MADDE 26. — Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar

6. Türk yargısının yapısının zayıf olduğunu öne sürmek gayriciddî ve sorumsuz bir yaklaşım olduğu kadar, bu yapıya nüfuz edilebildiğini iddia etmek de talihsiz bir beyandır. Bu beyanın sahibi somut delilleriyle derhal suç ihbarında bulunmak mecburiyetindedir.
Türk hâkim ve cumhuriyet savcılarının onurlarından ve vicdanlarından kimse kuşku duymamalıdır. Bu göreve layık olmayan bir hâkim ya da cumhuriyet savcısı saptandığında da gereğinin en sert şekilde yerine getirileceği bilinmelidir.
(Gürsel Kasım: Hâkim, Yargıtay Birinci Başkanlığı, Genel Sekreter Yardımcısının Radikal Gazetesine Gönderdiği açıklama )

B. İNCELEME VE TAHLİL
Başsavcılık Başbakan Erdoğan’ın suç duyurusu ile soruşturmaya başlamıştır. Acaba bir suçun kovuşturulması için Savcılığın suç duyurusu beklemesine gerek var mıdır? Elbette hayır. O zaman Başbakan adli bir makam olan Savcılığı etki altında bırakmış olabilir mi? YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, kendisi de hukuk profesörü olduğu halde bu işleri Başbakan Erdoğan kadar bilemiyor olabilir mi?Yargıtay Başkanlığı açıklamasında olduğu gibi yargıya nüfuz etmek kolay olmadığına göre rektörlerin açıklamaları ile tesir altında kalmayacağı açık olan Türk Yargısına karşı Sayın Başbakan haksızlık etmiş olmuyor mu?
C. SONUÇ
Gerek YÖK başkanı ve 77 rektörün beyan ve davranışları demokratik fikir ve ifade özgürlüğü sınırları içerisindedir. Yargının haklarında vereceği karar Kasımpaşa üslubuna inen bir şamar olacaktır. Çünkü Ankara’da hâkimler vardır. Hukuk uleması Rektör Erdoğandır, Başbakan Erdoğan değil. Ulema severlere önemle duyurulur. Başbakan bu defa boyundan büyük bir rakibe dalmıştır ve tuş olması da pek yakındır.

(31 Ocak 2006 )
BERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YOLLARDA


Bir deli kuyuya taş kırk akıllı çıkaramazmış, ne kadar doğru söz. Zaten atasözlerinin güzelliği de her zaman 12 den vurmalarında. Yüzyılların deneyimlerinden süzülerek gelmişler.
Maliye Bakanı Unakıtan’ın nereye varacağını düşünmeden, bir parti liderinin bankada çok büyük miktarda parası olduğuna dair sarf ettiği sözler geldi mal varlığı tartışmalarına dayandı. Zaten toplum olarak başkalarının parasını, pulunu, kimin elinin kimin cebinde olduğunu konuşmaya, yazıp çizmeye çok meraklı bir halkımız var.
Başbakan Erdoğan “Malımın hesabını, beyanını yasalara göre veririm ama açıklayamam. Zaten bu çeşit bilgiler gizlidir” deyip tartışmadan sıyrılmayı denedi. Hatta daha ileri giderek İş Bankası ile ilgili Atatürk’ün vasiyeti konusunda CHP ye suçlamalarda bulundu.
Ancak, görünen o ki, malvarlığı konusu bir süre daha gündemi işgal edecek. Bu konuda CHP nin yasa teklifi de var. Bu tartışmalarda ilk defa şiirli, şarkılı atışmalar dudaklarımızda hoş gülümsemelere neden oldu. Son olarak Deniz Baykal Başbakana hitaben “Beraber yürüdük biz bu yollarda diyorsun, millet bu yolların hangi yollar olduğunu bilmek istiyor” diye sordu.”Unakıtan ile yollarını ayırmalısın” dedi.
Her ne kadar, yerel seçimlerde Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı için CHP de başarı ile görev yapmış belediye başkan adaylarına rağmen, Demirel’in Adamı olarak bilinen bir valiyi aday göstererek, memleketindeki garanti seçimi kaybetmesine sebep olacak kadar dirayet gösterememiş de olsa, Deniz Baykal deneyimli ve usta siyaset adamıdır. Bu yolların hangi yollar olduğunu bilir de söylemez. Her neyse, onu da ben söyleyeyim de CHP ye o kadarlık kıyağımız olsun.
Türk Dil Kurumunun sözlüğünde “T” harfinin bulunduğu sayfaları açıyoruz. Tarik kelimesinin karşılığı yol olarak açıklanıyor. Tarikat kelimesi de bu kelimeden geliyor. Yollar anlamına gelen çoğul bir kelime. Kullanımına göre anlamı da, “Aynı dinin içinde tasavvufa dayanan ve bazı ilkelerle birbirinden ayrılan, Tanrı’ya ulaşma arzusuyla tutulan yollardan her biri; Mevlevi tarikatı, Bektaşi tarikatı gibi. Aynı sözlükte “N” harfine dönüyoruz, “Nakşibendî” kelimesinin karşılığında da “Nakşibendîlik tarikatından olan kimse “ açıklaması var. Nakşibendîliğin ne olduğunu açıklamak için bu köşe yetersiz kalır, isterseniz bu soruyu hepimizin adına gazeteci arkadaşlar yurtdışı gezilerinden fırsat bulursa Sayın Başbakana yöneltsinler. Beraber yürüdükleri yollar bu yollar da, kendileri konunun uzmanı sayılmalıdırlar.
Gelelim can alıcı soruya, Sayın Başbakan Maliye Bakanı ile yollarını ayırır mı? Hem evet, hem hayır. Tarikatta giriş var, çıkış yoktur. Bu yolda ayrılamazlar. Hükümette yollarını ayırabilir. Ne zaman? Beraberliklerinin siyaseten kendisine zarar verdiğine kanaat getirirse.

( 2 Kasım 2006 Hürses )
ROZETİNDEN TANIYORMUŞ
Mesut KELEK, 1982 Yılı mezunu, inşaat ve tarım sektöründe başarılı çalışmalara imza atmış olan bir genç kardeşimiz.1960 yılında Kayserinin Pınarbaşı İlçesinde doğan Mesut Kelek, ilk ve ortaokulu burada bitirdi.1987 de yatılı sınavlarına kazanarak okuduğu Haydarpaşa Lisesinden mezun oldu. Ortaokul yıllarındaki Edebiyat Öğretmeni Ahmet Cengiz “Senden iyi İş Müfettişi olur. Liseyi bitirince Siyasala git “dediği için üniversite giriş sınavlarında ilk sıralarda tercih ettiği S.B.F.yi kazanarak 1987–88 ders yılında girdiği İktisat ve Maliye Bölümünden 1982 de mezun oldu.

Müfettiş olmak için girdiği Mülkiyeyi bitirdikten sonra neden serbest meslek sahibi olmaya yöneldiğini sordum. Bundan sonraki hayat hikâyesini kendi ağzından dinleyelim:

“Öğrenciliğim sırasında Yukarı Ayrancıda 3 arkadaşımla bir evde kalıyorduk. Kamu hizmetine giren eski mezunlarımız maaşlarının düşüklüğünden şikâyet etmekteydiler. Müfettişlik sınavlarını kazansam da, bir aylık maaşımdan oturduğum kalitede bir evin kirasını ödedikten sonra elimde cüzi bir para kalacaktı. Memur olma fikrinden daha mezun olmadan vazgeçmiştim. Ailemizin Pınarbaşı’nda lokanta, benzinlik ve otelden oluşan bir işyeri vardı. Bu işin başına geçtim. 1986da askere gidinceye kadar burada çalıştım, bir anlamda ticari deneyim kazanmıştım. Asker dönüşü 1988 yılında benden bir yaş genç olan kardeşimle çatı, duvar ve yalıtım maddeleri üreten bir inşaat malzemesi firması kurduk. Malzeme sattığımız bir kooperatifin Antalya’da konut inşaatları vardı. Kooperatif bize inşaatlarının yapımını önerdi, kabul ederek müteahhitliğe başlamış olduk. Kısa zaman sonra imalathanemizi de Antalya’ya getirerek işimizi tamamen buraya taşımış olduk.

2000 yılındaki ekonomik kriz bizim tarım alanına yönelmemize neden oldu. İnşaat sektörü durunca ne iş yapalım diye araştırırken seracılığı denemeye karar verdik. Üç dekar bir yer kiralayıp köy tipi bir naylon örtülü sera tesisi kurduk ve domates üretimine başladık. Uygulamada köy tipi seranın ihraç amaçlı ürünler için yeterli ve ekonomik olmadığını gördük. Serik’te tarım amaçlı arazi satın alarak 2003 yılında 18 dekar kapalı alana sahip modern bir serada domates üretimine başladık.2005 de kapalı sera alanımızı 55 dekara
çıkardık. Ürettiğimiz domatesleri Hollanda’ya ihraç ediyoruz, oradan da çeşitli ülkelere satılmakta. Ekonomik krizin sona ermesinden sonra inşaat işimize de yeniden döndük. Kendi arsalarımız üzerinde konut inşaatları yaparak satmaktayız. Şimdi tarım ve inşaatçılık işlerini birlikte yürütmekteyiz. “

Mesut’un Mülkiye ile daha doğrusu Mülkiyelilik ile ilgili çok hoş bir anısı var. Henüz 26 yaşındadır ve inşaat malzemeleri üretip sattığı yıllardadır. Ankara’da büyük bir firmadan yüklü bir sipariş alırlar. Siparişin bedelinin senetle önceden ödenmesini istemektedir. Görüşmek için gittiği Ankara’daki firma sahibi ile konuşmaktadırlar. Ancak alıcı bir teminat olmadan tanımadığı bu gence yüksek miktarda olan senet vermekte tereddüt etmektedir. O sırada odaya giren ve yakasında MÜLKİYE ROZETİ olan bir kişi kendisini görünce hemen ona sarılarak “ Hoş geldin kardeşim, nasılsın?”deyince, alıcı bu kişiye “ Sen bu arkadaşı tanıyor musun ?” diye sorar. “Evet” cevabını alınca da, tamam öyleyse mesele yok, diyerek senetlerini imzalar. İş bitince bu kişiyle birlikte yemeğe çıkarlar ve Mesut Kelek patronun mali müşaviri olduğunu öğrendiği Mülkiyeli ağabeyine,”Özür dilerim, nereden tanıştığımızı hatırlayamadım” deyince, aldığı cevabı ömrünün sonuna kadar unutamayacaktır.”NEREDEN OLACAK KARDEŞİM İKİMİZ DE MÜLKİYELİYİZ DE ONDAN”
Son olarak Mülkiyeli kardeşlerine bir mesajı olup olmadığını sordum. Kendi sözleriyle satırlarımı tamamlıyorum: Yıllar önce Ankara’daki bir Mülkiyeli ağabeyimden gördüğüm destek ve dayanışma beni çok etkiledi. Ben de elimden geldiği kadar benden daha genç veya daha kıdemli bütün mülkiyeli kardeşlerimle birlikte olmaya, destek olmaya ve gerektiğinde onların desteklerini almaya devam ediyorum. Mülkiyeliliğin bu emsalsiz dayanışmasının genç kardeşlerimize öğretilerek devamı için kıdemli Mülkiyelilerin örnek olmasını ve nice kuruluş yıldönümlerimizin bu sevgi ve kardeşlikle kutlanmasını temenni ediyorum.”
(27 Kasım 2005 ) 4 Aralık Mülkiye Bülteninde yayınlandı